Pages

17 Aralık 2011 Cumartesi

Sil Baştan - 2004


Joel Barish (Jim Carrey) ile Clementine Kruczynski (Kate Winslet) tanışırlar. Birbirlerinden çok farklıdırlar. Joel, içine kapalı ve mantıklı; Clementine, dışa dönük ve içgüdüleriyle hareket eden biridir. Birbirlerini severler. Sonra zamanla sorunlar başlar, en ufak şeyler büyür, tahammülsüzlük artar ve ayrılırlar. Clementine mutsuzdur. Joel’i unutarak mutsuzluğunu bitirebileceğini düşünür. İnsanların hafızalarını temizleyen bir doktora gider. Joel ile ilgili tüm anılarını sildirir. Yani Joel’in kim olduğunu bile hatırlamamaktadır Bu durum karşısında hayal kırıklığına uğrayan ve Clementine’i unutmak için aynı hafıza sildirme tekniğini kendi üstünde uygulatmaya karar veren Joel, sıkı kurallar ve tam gizlilik ilkesiyle çalışan deneysel tıp merkezi Lacuna Laboratuarı’nın yolunu tutar. Kendisi de Clementine’ın anılarından kurtulmak ister. Bütün anılarını sildirmek için derin uykuya yattığında, gözlerinin önünden Clementine ile yaşadığı günler geçer. Film, Joel’in hafızaları silinirken, yaşanılan ilişkiyi gözler önüne serer. Joel de bir kez daha oldukça iyi başlayan ve sonradan tadı kaçan ilişkiyi izler. Fakat zaman geçtikçe ve sıra yaşanılan güzel şeylere gelince, üzerindeki müdahaleyi durdurmak ister. Joel aslında Clementine'i unutmak istemediğini anlar. Pişman olmuştur. Müdahaleyi durdurmak için çabalar. Clementine’ı içinde tutmak ister. Ama uyku halindeyken sesini duyuramaz. Ve Clementine’ı zihninin içinde saklamaya çalışır. Birlikte Joel’in zihninde bir yolculuğa çıkar ve birbirlerini kaybetmemeye çalışırlar.


Geçmiş" Kavramı Hafızamızdaki Bilgilerden Dolayı Oluşur

Biz; geçmiş, şu an ve gelecek gibi bölümlere ayrılmış zaman dilimlerini yaşadığımızı zannederiz. Oysa, "geçmiş" gibi bir kavrama sahip olmamızın tek nedeni, hafızamızda bazı olayların bulunmasıdır. Örneğin, ilkokula kaydolduğumuz an hafızamızda bulunan bir bilgidir ve biz bu nedenle bunu geçmiş bir olay olarak algılarız. Gelecekle ilgili olaylar ise hafızamızda bulunmaz. Bu nedenle biz henüz haberdar olmadığımız bu olayları "yaşanacak", "gelecekte meydana gelecek" olaylar olarak kabul ederiz. Oysa geçmiş nasıl bizim için yaşanmış, tecrübe edilmiş, görülmüş olaylar ise, gelecek de aynı şekilde yaşanmıştır. Ancak bu olaylar bizim hafızamızda bulunmadığı için biz bunları bilemeyiz.

Eğer durum tam tersi olsaydı, gelecekle ilgili olayları da hafızamızda olsaydı, o zaman gelecek de bizim için geçmiş olurdu. Örneğin, 30 yaşındaki bir insanın hafızasında 30 yıllık hatıralar, olaylar bulunur ve bu nedenle bu insan 30 yıllık bir geçmişi olduğunu düşünür. Eğer bu insanın hafızasına 30 ile 70 yaş arasındaki geleceğine dair olaylar da olsa, o zaman 30 yaşındaki bu insan için hem 30 yılı hem de 30 ile 70 yaşı arasındaki "geleceği" geçmişi haline gelir. Çünkü, bu durumda geçmişi de geleceği de hafızasında mevcut bulunacak, her ikisi de onun için yaşanmış, görülmüş, tecrübe edilmiş olaylar olacaktır.

Bir insanın hayatı, zaten mevcut olan bir filmi izlemesi gibidir. Film, zaten çekilmiş ve bitmiştir. Ancak, bu filmi ileri sarma imkanı bulunmayan insan, kareleri teker teker seyrettikçe hayatını görür. Henüz seyretmediği karelerin ise geleceği olduğunu zannederek yanılır. Tüm bunların gerçekleştiği yer ise insanın hafızasıdır. Eğer insanın hafızası olmasa; beyni bu tür yorumlar yapmaz, dolayısıyla da zaman algısı oluşmazdı ve sadece yaşadığı tek bir "an" ile muhatap olabilirdi.

16 Ağustos 2011 Salı

Haşin Krallık


Haşin Krallık adıyla yayınlanan dizide, Pentagon'un (Amerikan Savunma Bakanlığı'nın) geliştirmiş olduğu, bir savaş oyunları simülasyonu konu alınmaktadır. Askeri savaş eğitimindeki yenilikleri test etmek amacıyla oluşturulan bu sanal gerçeklik oyunu gizli bir projedir. Sisteme dahil olacak kişiler ordunun kontrolündedir ve bu kişilerin bedenleri başlarına kablolar bağlı vaziyette özel bir mekanda tutulmaktadır.

Haşin Krallık adı verilen bu oyunun en çarpıcı özelliği, sanal bir ortamda son derece gerçekçi bir hayatın canlandırılmış olmasıdır. Sanal dünyada da askerler, düşmanlar, silahlar ve insanların sosyal yaşantısı gibi tüm detaylar gerçeğinden ayırt edilemez şekildedir. Tasarlanan bu oyunda iki çeşit insan bulunmaktadır. Bunlardan ilki sanal karakter denilen yapay insanlardır; diğeri ise oyuna girebilen gerçek insanlar yani oyunculardır. Ortamın gerçekçiliği gibi sanal karakterler de gerçek insanlarla ayırt edilemeyecek derecede benzerdir.

Bir albay, filmin kahramanı Tom Hobbes'a haşin krallık hakkında bilgi vererek, buranın savaş stratejisi öğretmek için tasarlanmış "sanal gerçeklik savaş oyunu" olduğunu ve görevinin Omar Santiago'yu yenmek olduğunu bildirir. Bu konuda isteksiz görünen Tom Hobbes'u ikna etmek üzere, başına kulaklık benzeri bir alet takılarak, Haşin Krallık simülasyonunun amacını açıklayan bir video kaset izlettirilir. Bu videoda Haşin Krallık projesinde kullanılan manzaralarda, insanların gerçek hayatını taklit etmek için 1990 nüfus sayımından, uydu haritalarından ve diğer gizli bilgilerden faydalanıldığından bahsedilmektedir. Daha sonra tanıtım filmi beklenmedik bir şekilde kesilir ve Hobbes bu kasedi izlerken, aynı zamanda oyuna dahil olduğunun farkına varır.

Tom Hobbes artık sanal bir dünyadadır. Haşin Krallık denilen bu mekanda kendisi gibi ordunun daha evvel görevlendirmiş olduğu Pinocchio adında bir askerle tanışır.

Bu sanal dünya içindeki algılar öylesine gerçekçidir ki, film boyunca Tom Hobbes bu gerçekliğe aldanarak, sadece bilgisayar oyununun bir parçası olan sanal karakterlere yardım etmekte, hatta onları korumak için hayatını tehlikeye atmaktadır. İnsanlar gördükleri görüntünün kalitesine ve detaylarına aldanarak, çevrelerinde gördükleri şeyleri gerçek sanırlar, bu sanma o kadar geniş boyutludur ki; esasında çevremizdeki bütün insanlar da birer görüntüdür.

31 Temmuz 2011 Pazar

Kelebek Etkisi 2004



Evan Treborn zaman algısını yitirmiştir. Yardım aldığı psikolog günlük tutmasını önerir. Böylece rahatsızlığını biraz olsun durdurabilecektir.

Üniversiteye gittiği dönemde günlüklerini okurken birden bire kendini geçmişte bulur. Hatıralarına yoğunlaştığında bilinci geçmişe, o hatıraları yaşadığı ana dönmektedir. Kendisni bir anda yıllar önce yaşadığı zaman dilimlerinde bulur. Evan bunu keşfettikten sonra bilinçli olarak geçmişe dönmeye başlar.

PEKİ ZAMANDA YOLCULUK GERÇEKTEN MÜMKÜN MÜDÜR?

Zaman iki olay arasında yapılan kıyastır. Ünlü fizikçi Julian Barbour, zamanın tarifini şöyle yapmaktadır:

Zaman eşyaların pozisyonlarını değiştirme ölçüsünden başka bir şey değil. Bir sarkaç sallanır, saatin kolları ilerler.(Tim Folger, "Buradan Sonsuzluğa", Discover, Aralık 2000, s. 54)

Yani gerçekleşen her hareket sonrası ortaya biz zaman aralığı çıkmaktadır ve dolayısıyla sürekli olarak zamanda ileri yönlü bir yolculuk yaşamarız.

İleri yönlü yolculuk dedik. Ama neyin önce neyin sonra olduğunu neye göre belirliyoruz? Zaman biz ilk algılamaya başladığımız andan itibaren ters aksaydı ne olurdu? Sürahiyi bardağa doğru eğdiğimizde, içindeki suyun bardaktan sıçrayıp sürahiye dolması bizim için normal olurdu. O zaman bizim için önce olan olay bardakta suyun olması, sonra olan olay ise sürahiye suyun dolması olurdu.,

Anlamaya çalıştığımız şey zamanda geriye gitmenin gayet makul ve mümkün olduğudur.

ÖNEMLİ HATIRLATMA: KADER DEĞİŞMEZ

Ancak burda unutulmaması gereken nokta şudur: Geçmişe gidip olayları değiştirip geleceğe etki etmek, dolayısıyla kaderi değiştirmek mümkün değildir.

Çünkü kader zamanın akış yönüyle alakalı değil, tüm yaşanacakların mevcut olması durumudur.

Bunu şöyle bir örnekle anlatabiliriz. Bir film şeridi düşünelim. Filmin uzunluğu ve içindeki görüntüler bellidir. Bu filmi gösterirken örneğin 11. dk sında film 2 dakikalığına geri sardırılarak tersinden oynatılacağı daha sonra yeniden düz oynatılacağı kararlaştırılmış olsun.

Film şerdinin uzunluğu, içindekiler ve hangi dakikada kaçıncı dakikaya kadar ters şekilde oynatılacağı kaderi temsil eder. Filmin içindeki saatlere göreyse 11. dakikaya kadar zaman normal şekilde ileri hareket ederken, 11. dakikadan sonra 2 dakikalığına ters yönde çalışıp 2. dakika sonunda tekrar eski haline dönmüştür. Bir başka deyişle filmin içindeki saatlere göre zaman bir süre geri akmıştır.

Ancak bu en baştan belirlenen ve blinen bir şekilde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla ortada bir değişme yoktur.

Bu sebeple filmde geçmişe gidip olaylar değiştirilmiş gibi görünmektedir, ancak bunların tamamı üst bir kader çizgisi dahilinde gerçekleşir ve hiçbir şekilde kader etkilenmemiştir.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Başlangıç- Inception



Inception
Başlangıç

2010

Yaşadığımız dünyanın gerçekliğini sorgulayan filmlere şimdiye kadar pek çok örnek verdik. Bu filmlerde maddenin gerçekliği konusunu düşünmeye yardımcı birçok anlatım vardı. İşte bu örneklere ekleyebileceğimiz son örnek 2010 yılında gösterime giren Başlangıç filmi idi.

Film rüya alemi ile gerçek dünya arasında gidip gelmeler üzerine kurulu. Gördüğünüz her sahnede gerçek dünya mı yoksa rüya alemimi diye kendinize sorarak ikilemde kalıyorsunuz.

Filmin konusu özetle şöyle; Dom Cobb (Leonardo DiCaprio) çok yetenekli bir hırsızdır. Uzmanlık alanı, zihnin en savunmasız olduğu rüya görme anında, bilinçaltının derinliklerindeki değerli sırları çekip çıkarmak ve onları çalmaktır. Cobb’un bu ender yeteneği, onu kurumsal casusluğun tehlikeli yeni dünyasında aranan bir oyuncu yapmıştır. Ancak, aynı zamanda bu durum onu uluslararası bir kaçak yapmış ve sevdiği her şeye malolmuştur.

Cobb’a içinde bulunduğu durumdan kurtulmasını sağlayacak bir fırsat sunulur.
Ona hayatını geri verebilecek son bir iş sunulur; tabi eğer imkânsız “başlangıç”ı tamamlayabilirse. Mükemmel soygun yerine, Cobb ve takımındaki profesyoneller bu sefer tam tersini yapmak zorundadır; görevleri bir fikri çalmak değil onu yerleştirmektir.

Ama ne dikkatle yapılan planlamalar, ne de uzmanlıkları onları, her hareketlerini önceden tahmin ettiği anlaşılan tehlikeli düşmanlarına karşı hazırlıklı kılabilir. Bu, gelişini sadece Cobb’un görebildiği bir düşmandır.

Peki Gerçekten Rüyaları Kontrol Etmek Mümkün müdür?

Uyumadan hemen önce kendi kendinize uygulayacağınız telkinler yardımıyla rüyaları kontrol etmek mümkün olabilir. 'Lucid' rüyalarda, tamamen uykuda ve rüya içinde olunmasına karşılık, birey rüyada olduğunun farkındadır.

Rüyaların Düşündürğü Önemli Gerçek:

Rüya ile dünya hayatının çok önemli bir ortak noktası vardır. Bu ortak özelliği anlamak için şöyle bir örnek verebiliriz: Rüyada kendi bedeninizi gördüğünüzü varsayalım ve rüya esnasında size “Nerede görüyorsun?” diye sorulduğunda, “Beynimde görüyorum” dediğinizi düşünelim. Oysa, açıktır ki, siz rüyanızda bu cevabı verirken ortada gerçek bir beyin yoktur. Rüyadaki vücut ya da beyin tamamen hayali bir görüntüden ibarettir. Rüya sırasındaki görüntüleri gören irade ise, hiç kuşku yok, hayali bir beyinden çok daha “ötede” olan bir varlıktır. Nitekim, bilindiği gibi, gören "göz" değildir çünkü tüm görüntü beyinde oluşmaktadır. Gözlerin ve gözlere bağlı olan milyonlarca sinir hücresinin tek görevi ise, görme işleminin gerçekleşmesi için beyne mesaj iletmektir.

Peki şu anda gerçek olarak kabul ettiğimiz yaşantımızı rüyalardan ayıran nedir? Gerçek yaşamın sürekli olup, 'rüyanın kopuk kopuk olması' ya da 'rüyada farklı sebep-sonuç ilişkileri bulunması' diyorsanız, bunlar temelde önemli farklar değildir. Çünkü her iki yaşantı da beynin içinde oluşur. Rüya sırasında gerçek olmayan bir dünyada rahatlıkla yaşayabiliyorsak, pekala aynı durum, içinde bulunduğumuz dünya için de geçerli olabilir. Rüyadan uyandığımızda gerçek yaşantı dediğimiz daha uzun bir rüyaya başladığımızı düşünmemize engel hiçbir mantıklı gerekçe yoktur.

Alman bir felsefeci bu konuda şunları söylemiştir:

Biz şimdi uyanık halde miyiz, yoksa düş mü görüyoruz? Bu kuşkusuz anlamlı bir sorudur. Aslında bu soruyu çoğu kere düşümüzde sorduğumuz da olmuştur. Gene düşümüzde soruya verdiğimiz yanıtın, yani uyanık olduğumuz yanıtının, biz uyandıktan sonra yanlış olduğunu görmüşüzdür. Peki aynı yanılgı şimdi de olamaz mı? Hayır diyemeyiz, çünkü pekala bir gün düş gördüğümüz ortaya çıkabilir.
(Hans Reichenbach, Bilimsel Felsefenin Doğuşu, s. 179)

22 Ocak 2011 Cumartesi


Avatar 2009


Algıladığımız dünyanın gerçekliğini sorgulayan filmler özellikle 1998 yılından itibaren oldukça çoğalmıştır.

2009 yılında gösterime giren ve bir çok dalda rekorlar kıran Avatar filmi de bu kategoridedir.

Filmin hikâyesi 22. yüzyılda, Pandora adlı bir uyduda geçer. Bir gaz devinin yörüngesinde dönen Pandora, 3-4 metre uzunluğunda, mavi insansı görünümlü, kabile kültürünü benimsemiş, saldırıya uğramadıkları sürece barışçıl olan Na'vi halkına ev sahipliği yapmaktadır. 

İnsanlar, Pandora'nın havasını soluyamadıkları için, sinirsel bağlantı aracılığıyla kontrol edilebilen insan ve Na'vi karışımı Avatarlar üretirler. 

Felç olan Deniz Piyadeleri mensubu Jake Sully (Sam Worthington), bir Avatar olarak Pandora'da yaşamaya gönüllü olur. Bir Na'vi prensesine aşık olan Sully, kendisini Pandora'yı gün geçtikçe tüketen insan ordusu ile Na'vi halkının arasındaki çatışmanın ortasında bulur. Onu en çok etkileyen şey, en nihayetinde daha iyi bir beden içinde olup, felçli olan bacaklarını tekrar hissedip ( Avatar bedeninde ) eskisi gibi koşabilmesidir. Zamanla Jake artık insanların amacını tamamen unutup, Na'Vi direnişine katılarak organize bir şekilde insanlara karşı koyar. Daha sonra Na'Viler, Jake'in onlara ilk başlarda yalan söylediğini anlayınca onu öldürmeye kalkarlar ama en sonunda bu karardan vazgeçerler. Hikayenin sonu, Neytiri ve Jake'in tekrar buluşması ve Jake'in tamamen Avatar bedenin içine girmesiyle biter.

Aynı filmde anlatıldığı gibi sanal dünyaların oluşturulmasını anlattığımız notumuza bakabilirsiniz:




Özetle film kendi bedenimizin dahi algı olarak var olduğuna çok güzel bir örnektir.